Mavi Mine Çiçeğinin hikayesi

İlkokul beşinci sınıfın yaz tatiliydi. Ailem beni, Ankara yakınlarında, kız çocukları için düzenlenmiş bir yaz kampına gönderdi. İzci kampına benzeyen ama “light” izci kampı 🙂 diyebileceğimiz, 15 günlük bir kamp.

Kendimi yeni tanımaya başladığım bir dönemde, yeteneklerimi keşfettiğim, kampta gerçekleştirilen her türlü etkinliğin içinde yer aldığım çok eğlenceli bir süreçti. Tiyatro oyunu sergilemekten, tek kişilik bir gösteriye, darbuka çalmaktan vokal yapmaya, her türlü el işi çalışmalarından spor faaliyetlerine pek çok etkinlik.

Hayatımın en güzel anılarının saklandığı bir dönem ve tabi bir sürü kız arkadaş.

Bu kampta bir gün, serbest zaman geçirilen öğleden sonra akşamüzeri arası dönemde 4 kız arkadaşım ile beraber orman içinde yürüyüşe çıktık. Epey ilerledikten sonra biraz dinlenmek için oturduğumuzda sebebini o zaman için asla bilemediğim bir şekilde kızlara etrafta bulunan ısırgan otlarını bacaklarımıza sürmemiz gerektiğini söyledim. Onlar ben ne dersem yapıyorlardı (bunun nedenini hâlâ bilemiyorum 🙂 )

Hepimiz bacaklarımıza ısırgan otlarını bir güzel sürdük. Bu arada bir tanesi bacaklarımızı acıtmaz mı diye sordu. Ben bilgiç bir şekilde hayır dedim önce bunları sürelim ardından oturduğumuz yerde bulunan beyaz kireçli bir toprağı göstererek bu toprakları süreceğiz ve hiçbir şey olmayacak dedim.

Peki sonra ne olacak? Çevremizdeki çok sevdiğim mavi mine çiçeklerini göstererek bunlardan birer tane alıp gece yastığımızın altına koyacağız ve evleneceğimiz erkeği rüyamızda göreceğiz dedim.

2 gün sonra bir grup kız yanıma gelip ne dese beğenirsiniz? Sen ormanda bir gezi yaptırıyormuşsun bizi de götürür müsün? Ne kadar hoşuma gittiğini anlatamam J kampın sonuna kadar 3-4 kişilik grupları her gün bu spritüel deneyimi yaşatmak üzere ormana tur düzenledim.

Hiçbir kızın bacakları ısırgan otu yüzünden zarar görmedi ve hemen hemen hepsi rüyalarında birilerini gördüler 🙂

Bu anım beni her zaman güldüren ve de çük düşündüren bir anı olmuştur.

Yıllar sonra ısırgan otunun bazı cilt hastalıklarında iyileştirici olarak kullanıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım çünkü genelde bilinen ısırgan otu cilde temas ederse ciltte ciddi kızarıklıklar yanmalar oluşturduğu idi.

Şimdiki algımla baktığımda bu bir geçmiş yaşam hatırlamasıydı diye düşünüyorum. Bu bilgi bende vardı ve kendiliğinden ortaya çıkıvermişti.

Çocukluğuma ve güzel anılarıma selam ve sevgiyle…

12.02.2017

Şebnem Akalın

Mavi Kapaklı Kitap

Hayatımdaki en büyük travmaların yaşandığı 2 seneden bahsedeceğim size. Öyle bir 2 sene ki; orada oluşmamış bir olumsuz duygu, inanç, önyargı, düşünce yok neredeyse.

Konuyla ilgili hatırladığım ilk anı yeni okulun, yeni öğretmeninin verdiği haftasonu ödevini tam olarak bitiremediğim için aşırı bir stres içinde kahvaltıya oturuyorum. Karnımda ağrılar, yediklerim boğazımdan aşağıya gidemiyor. Anneme söylüyorum eksiklerim var diye, bana yardım ediyor. O yazarken ben bir yandan birşeyler yemeğe çalışıyorum bir yandan anneme yazdırdığım 2 sayfa için utanıyorum. 30 sayfa yazının yanında 2 sayfa…

Okula gidiyorum, öğretmenin elinde benim defterim herkese beni anlatıyor. “Arkadaşınız yeni olduğu için tüm üniteyi yazmış” diyor. Aslında 1 sayfa olan ödevi yanlış anladığım için 30 sayfa yazmışım. Off çok utanıyorum, ne salaklık…

4. sınıf böyle sıkıntılı başlıyor. Herkes yabancı, kimseyi tanımıyorum. Halbuki eski okulumda herkesi çok seviyordum, çok eğleniyorduk. Öğretmenim genç enerjili, neşeli bir kadındı. Sınıfın en çalışkan 3 kişisinden biriydim ve annem aynı okulda öğretmen olduğu için de çok havalıydım. Seda Akalın’ın kızıydım orada. Ancak annem ve arkadaşları o öğretmenin eğitimini yetersiz buluyor ve bir öğretmen arkadaşının başka bir okulda çok iyi bir öğretmen olan ablasının sınıfına gönderilmeme karar veriliyor. Burada ise isimsiz bir yeni öğrenci, üstelik çok sert görünümlü, soğuk bir kadın öğretmen…

İlk ayın sonunda öğretmen haftasonu için “aylık ödev” adı altında bir ödev veriyor, 80 soruluk aylık ödev. Eve gidiyorum ve başlıyorum soruları çözmeye çalışmaya. Elimde var olan dergileri kitapları tarıyorum 1-2 sorunun cevabını buluyorum diğerlerini bulamıyorum. Annemle babama sorarak bir kaç tane daha buluyorum ama gerisi yok. Anneme söylüyorum, araştır! diyor. Tüm haftasonum zehir oluyor ama yok, gerisi yok. Pazartesi oluyor ben yine çok kötüyüm, tüm haftasonu soru çözmeye çalışmışım ama hiç birşey yapamamışım. Hangi birine üzüleyim, ödevi yapamadığıma mı? haftasonumun rezil olduğuna mı?

Okula gidiyorum, oturuyorum. Öğretmen, “Ödevlerinizi açın kontrol edeceğim” diyor. Defterimi açıyorum ama defterin boş olduğu ortada. Öğretmen sınıfta dolaşıp herkesin defterine bakıyor. Sonra bir bakıyorum tahtanın önüne sıralanmış bir sürü öğrenci. TEMBELLER…

Ben ne olduğunu anlamadığım için oturuyorum. Ama tabi ki yanımda oturan arkadaşım defterimin farkında. Bana diyor ki; sen de ödevini yapmadın kalk tahtaya. Kaçış yok, kalkıyorum. Yerin dibine geçsem daha iyi…

Öğretmen meğerse ödevini yapmayanlara sıra dayağı çekermiş. Başlıyor sıranın sonundan öğrencileri döverek bana doğru gelmeye. İçimde müthiş bir korku, utanç ve haksızlık duygusu. Ama ben ödevi yapmadım değil ki YAPAMADIM…

Hiç bir şey söyleyemiyorum. Korkuyorum ve bekliyorum. Öğretmen geliyor, “sen yeni olduğun için sana vurmuyorum” diyor ve yanımdaki öğrenciye girişiyor. Utancıma bir de bu ekleniyor. “Annemi tanıdığı için mi vurmadı acaba” diye içime bir kurt düşüyor. Hani şerefimle dayağımı yesem daha iyi sanki… (Bu arada ne gariptir ki, öğretmen, hiç bir gün anneme benim durumumdan bahsetmiyor. Yani, genel olarak notlarım iyi olduğu için, annem her şey yolunda zannediyor)

Sonra fark ediyorum, diğer çocukların elinde küçük mavi kaplı bir kitap var. Kitabı isteyip soramıyorum ama şüpheleniyorum. O kitapta bir şey var.

Aylar geçiyor, ödevler geçiyor, durum aynı. Evde kabus dolu aylık ödev araştırmaları, bulamamalar. Pazartesi günü karın ağrıları, korkudan buz kesmeler. Öğretmen bana vurmuyor bir şekilde ve ben her türlü utanıyorum. Belki de diğer zamanlarda iyi bir öğrenci olduğum için ama ben bunu hiç hissetmiyorum, kendimi hep rezil olmuş hissediyorum.

Bir süre sonra mavi kaplı kitaptan iyice şüpheleniyorum ve anneme gidip durumu anlatıyorum. Annem “olmaz öyle şey tek bir kitaptan ödev verilmez, araştır” diyor. Ama hiç, oturup yanıma soruları çözmeme yardım etmiyor. Yalnızım, yapayalnız…

Ben tembel değilim, deli gibi çalışıp başaramayanım. Bunu bütün dünyaya haykırmak istiyorum ama yapamıyorum.

Bu böylece 1,5 sene sürüyor. 5. Sınıfın sonlarına doğru, bir ödev kontrolünde öğretmen artık dayanamayıp omuzuma bir yumruk indiriyor. Yumruğu aslında kalbime, ruhuma indiriyor. Yine de diğer çocukların yediği dayağın yanında bu hiçbir şey. Yine utanıyorum…

O korkunç aşağılanmayla eve gidiyorum ve nasılsa anneme o kitabı aldırtıyorum, vee şok: kitabı bir açıyorum ki her ünite için 80 soru ve cevabı. Zaten kitabın adı da 80 soruda bilmem ne… ( Burada şöyle bir şey oluşuyor bende, “beni dinlemezler ya da beni çok geç anlarlar”)

Öğretmen son aylık ödevi veriyor. Okulların kapanmasına çok az var. Ödevimi çok şahane bir şekilde yapıyorum ve gururla okula gidiyorum. Son ödev ya, öğretmen kontrol etmiyor. Etmiyor!

O kadar çok üzülüyorum ki, tarifi yok.

Sene sonunda Anadolu lisesi 1. Basamak sınavına giriyoruz. Ben sınıfın “çalışkanlarından” olmadığım için öğretmen ve arkadaşlarım benden herhangi bir performans beklemiyor.

Sonuçlar açıklanıyor, ben kazanmışım. Ne kadar çok seviniyorum, müthiş gurur duyuyorum. İşte bu diyorum, olması gereken oldu.

Okula gidiyorum sevinçle, sanıyorum ki herkes beni tebrik edecek. 2 sene içinde edindiğim birkaç arkadaşım var ama bir tanesi çok özel benim için onu çok seviyorum ve en iyi arkadaşım olduğunu zannediyorum. Ancak, ne kadar yanıldığımı sınıfa girince anlıyorum. Selam veriyorum yüzüme bakmıyor, hatta kafasını çeviriyor. Diğerleri de bir garip. Şok geçiriyorum, anlayamıyorum, ne oldu ki?

Gün içerisinde öğreniyorum ki o arkadaşım sınavı kazanamamış ve kulağıma birşeyler çalınmaya başlıyor, “annesi öğretmen olduğu için torpil yaptılar” diyormuş. 

Grup arkadaşlarımın hiç biri benimle konuşmuyor. Öyle büyük ve derin bir yalnızlık duygusu ki… Ayrıca bir suçluluk duygusu da eşlik ediyor ki onu hiç sormayın. Dışarıdan bakıldığında çok saçma görünse de bu o zaman için son derece gerçek. Şöyle ki; “2 senedir çalışkan olduğumu gösteremedim, tabi ki öyle zannetmekte haklılar ve bu yüzden ben suçluyum.”

Sonra ne oldu biliyor musunuz dostlar? Ben, arkadaşlarımın sevgisini kazanabilirim ve annemin torpili olmadığını ispat edebilirim sanrısı ile, 2 aşamalı olan sınavın 2. sinde öylece oturdum…

Eğitim ve sonrasında iş hayatım boyunca da, başarılı olmak şöyle dursun başarısız olmak, dikkat çekmemek, arkadaşlarımın sevgisi ve kabulünden mahrum kalmamak adına hiç çalışmadım. Çalışamadım. Doğal olarak yapabildiğimin dışına çıkmadım. Çıkamadım.

Tüm bunları dönüştürmem ise, ancak çok ileri yaşlarımda bilinçaltı çalışmalarıma başlamam ile mümkün olabildi. Çok vakit kaybettim dostlar ama görünen o ki; benim sürecim bu olmalıydı. Bu sebeple başkalarının yaralarını sarmak için böyle bir uğraş içerisindeyim.

Olana da olmayana da şükürler olsun J

Şebnem Akalın

12.6.2016