Ona Baba demeyeceksiniz!, Herif diyeceksiniz…

Kendini işine adamış bir anne, çocuklarıyla ilgilenme yolu olarak, onlara maddi bir gelecek hazırlamayı seçmiş. Büyük ihtimalle maddi olarak iyi durumda olurlarsa güvende kalırlar diye düşünmüş (aslında güdülenmiş)

Anne; çocuklarını evde yalnız bırakarak, bazen eş-dost, konu-komşu, akraba yardımı alarak, kendisi çok çalışmış. Hayatı boyunca çok fazla koşturmuş ve işinde yükselebilmek için tüm enerjisini oraya aktarmış.

Tabii ki bu süreçte çocuklarının duygusal ve hatta fiziksel ihtiyaçları olduğunu görmemiş, görememiş. Onlara maddi gelecek hazırlamak, bir yandan da kendi içsel tatminini iş yerinde başarıda aramak önceliği olmuş.

Baba ise alkol bağımlılığı olan, eşiyle duygusal ve zihinsel anlamda iletişim kuramamış ve dolayısıyla çocukları ile de bağları kopmuş, kendisini gerçekleştirememiş bir kişi. Ailesinin sorumluluğunu almamış, alamamış biri. Bağımlılığı sebebiyle ne kendi ihtiyaçlarını ne de ailesinin ihtiyaçlarını karşılayamamış. Bu sebeple, ailenin tüm yükü anne üzerinde olmuş.

Büyüme dönemlerinde, çocukluklarını yaşayamamışlar ve bu durumun içinden çıkabilmenin yolu olarak kendilerini okul ve sosyal faaliyetlere vermişler ve bunu çok güzel becermişler. Evdeki sorunları yok saymanın kendilerini iyi hissetmenin tek yolu buymuş zaten.

Zaman içerisinde, babalarından utanır, utandırılır olmuşlar. Komşuların konuşmaları, dedikoduları onlarında kulağına gelir olmuş. “bu ayyaş adamın kızları, nasıl oluyorda bu kadar başarılı oluyorlar” “bak sen şu allahın işine adam eviyle ilgilenmiyor ama çocuklar maşallah yine de çok iyiler”…

Alkol bağımlılığı toplum tarafından tamamen yanlış değerlendirilen bir sorun. Bu konu, kişinin zayıf kişiliğinin bir sonucu olarak görülüyor. Kişinin yapabilir olduğu halde bunu yapmadığı, sorumsuz olduğu düşünülüyor, adeta bir suçlu gibi görülüyor ve hatta kötü bir insan olduğu bile düşünülüyor. (Kanı bozuk, sütü bozuk vs. gibi söylemler bile olabiliyor)

Alkol bağımlısı suçlu değildir! Enerji dengesi bozulmuştur ve bu düzelebilir. Enerji dengesinin bozulmasının temel sebebi anne ile olan bağlarının tam kurulamamış olmasından kaynaklanır. Bu hikayede; baba da kendi annesiyle sağlam bağlar kuramamış, anne de aynı şekilde kendi annesiyle sağlam bağlar kuramamış. Bu denge bozulması çocuklara da doğal olarak yansımış.

Alkol bağımlılığı tedavi edilebilir elbette ama şimdiye kadar kullanılan yöntemlerle bunun çok zor ya da imkansız gibi olduğu ortada. Alkol bağımlılığı tedavisinin diğer hastalıklarda da olduğu gibi bütüncül olarak ele alınması, beslenme, eksik kan değerlerinin takviye edilmesi ve bilinçaltı çalışmaları ile birlikte yürütülmesi gerekir.

Ancak konumuza geri dönecek olursa bu hikayede baba hem çevresi tarafından hem de eşi tarafından bir suçlu gibi görülmüş, iyileşmediği için dışlanmış ve babalığı tamamen hor görülmüş.

Anne bir gün, “ona baba demeyeceksiniz, herif diyeceksiniz” demiş ve çok küçük yaşlarından itibaren, buna (neredeyse) zorlanmışlar. Tabii ki bir süre sonra onlar da, babalarını, annelerinin ve çevrenin gözünden görmek zorunda kalmışlar ve babalarına saygı duyamamışlar. (Büyük travma)

Ama annelerine de saygı duyamamışlar elbette. Çünkü anneden çocuğa akması gereken sevgi ve ilgi boşluğunu çocuk en derinden hisseder. Adını koyamadığı bir huzursuzluk hayatı boyunca onunla birlikte olur.

Bir yerlerde bir yanlış olduğunu farketseler de, tanımlayamadıkları için ve anne ve babadan akması gereken enerji akamadığı için; öfkeli, otoriteye karşı isyankar(bazen agresif bazen pasif agresif davranış biçimi geliştirerek) mutsuz, huzursuz, dünya ve kendi aralarında denge kuramayan, yeme bozukluğu olan kişiler haline gelirler. Bizim örneğimizde de bu olmuş.

Utanma duygusu, frekansı çok düşük olan, çok negatif bir enerjidir. Eğer utanıyor ya da bir başkasının utanması gerektiğini düşünüyorsanız sizin frekansınız düşük ve negatiftir. Özellikle de anne ya da babanız yüzünden utanıyorsanız/utandırılıyorsanız bu çok daha adaletsiz bir durumdur. Kendi yaptığınız bir şeyin sorumluluğunu alabilirsiniz ama anne ya da babanızın sorumluluğunu almanız mümkün değildir ve bu durumun baskısı, yükü de çok daha ağırdır.

İşin içinden çıkılmaz gibi duran bu durumun, tüm bu düşük frekanslı duyguların ve tabi travmanın iyileştirilmesi mümkündür ve gereklidir.

Babası ya da annesi yüzünden utanmış/utandırılmış tüm çocuklara şifa olması için, bir danışanımla yaptığımız birkaç seansın özeti olarak bu öyküyü sizlerle paylaşıyorum.

18 Nisan 2021

Şebnem Akalın

Ağlamak, Ruhun Yıkanması mıdır?

Bir kısım danışanlarımdan çok duyduğum bir cümle var: “Ağlamayı seviyorum, ruhumun yıkandığını hissediyorum. Ağladıktan sonra iyi hissediyorum”. Bazı danışanlarım ise “ağlamayı hiç sevmiyorum, ağlamak istemiyorum” der ama ağlar.

Ağlamak, eğer bir iyileşme sürecinde, yani terapi, enerji çalışması, bilinçaltı çalışması vs sırasında ortaya çıkan bir duygu boşalması ise ve sonrasında da olumlu bir duyguya dönüşüyorsa ruhun iyileşmesi süreci olarak düşünülebilir.

Ancak kendi kendinize olumsuz anılarınızı düşünürken ya da gelecekte kötü bir şey olacağını zihninizden geçirerek ağlıyorsanız, çok sık ya da her şeye ağlıyorsanız bu, mutlaka dönüştürmeniz gereken bir blokajınız var demektir.

Ağladıktan sonra iyi hissetmek ise genellikle mağdur ve kurban rolünün size verdiği keyiftir…

Mağdur ya da kurban rolü ne gibi bir keyif verir diye düşünebilirsiniz. Eğer, bu rolü seçip, bu role göre yaşıyorsanız ve bunun farkında değilseniz, yaşadığınız olayları şanssızlık ve diğerlerinin kötülüğü olarak algılarsınız. Bu tür durumlarla her karşılaştığınızda bilinçaltınızda bir taraf size şöyle der “gördün mü yine mağdur edildin, onlar kötü!” böylece bunu teşhis etmiş olan taraf haklı çıkmasından dolayı sevinir. Ağlarsınız ve bir süre sonra bu rahatlıkla yeni durumlara karşı gardınızı alırsınız. Yani kötülük beklentiniz daha da güçlenir ve bilenirsiniz.

Herhangi bir şekilde iyileşme çalışması yapılmazsa giderek daha “duygusal” birisi olur çıkarsınız.

Tabii ki, iyileşmeyen blokajlar zamanla fiziksel hastalıklara dönüşür. Fiziksel hastalık zaten çok normaldir öyle değil mi? belirli bir yaştan sonra herkes hasta olur… (gerçekten öyle midir?)

Bazı danışanlarım ise hiç ağlamamakla övünür. Çok ağlamak ya da tam tersi hiç ağlamamak ikisi de bana iyileşmesi gereken bir durum olduğunu gösterir. Çünkü üzüldüğümüz zamanlarda ağlamak normaldir, ağlayamamak ise enerji blokajı var demektir. Kişinin kendisini çok fazla baskıladığı durumlarda ağlayamamak söz konusu oluyor.

Her iki durumda da iyileşmek için zihinsel dönüşüm yapılmalıdır, çok çabuk ağlamak, her şeye ağlamak, ya da aynı şeylere sürekli olarak ağlamak ruhun yıkanması değildir.

13. 02. 2021

Şebnem Akalın

Mavi Mine Çiçeğinin hikayesi

İlkokul beşinci sınıfın yaz tatiliydi. Ailem beni, Ankara yakınlarında, kız çocukları için düzenlenmiş bir yaz kampına gönderdi. İzci kampına benzeyen ama “light” izci kampı 🙂 diyebileceğimiz, 15 günlük bir kamp.

Kendimi yeni tanımaya başladığım bir dönemde, yeteneklerimi keşfettiğim, kampta gerçekleştirilen her türlü etkinliğin içinde yer aldığım çok eğlenceli bir süreçti. Tiyatro oyunu sergilemekten, tek kişilik bir gösteriye, darbuka çalmaktan vokal yapmaya, her türlü el işi çalışmalarından spor faaliyetlerine pek çok etkinlik.

Hayatımın en güzel anılarının saklandığı bir dönem ve tabi bir sürü kız arkadaş.

Bu kampta bir gün, serbest zaman geçirilen öğleden sonra akşamüzeri arası dönemde 4 kız arkadaşım ile beraber orman içinde yürüyüşe çıktık. Epey ilerledikten sonra biraz dinlenmek için oturduğumuzda sebebini o zaman için asla bilemediğim bir şekilde kızlara etrafta bulunan ısırgan otlarını bacaklarımıza sürmemiz gerektiğini söyledim. Onlar ben ne dersem yapıyorlardı (bunun nedenini hâlâ bilemiyorum 🙂 )

Hepimiz bacaklarımıza ısırgan otlarını bir güzel sürdük. Bu arada bir tanesi bacaklarımızı acıtmaz mı diye sordu. Ben bilgiç bir şekilde hayır dedim önce bunları sürelim ardından oturduğumuz yerde bulunan beyaz kireçli bir toprağı göstererek bu toprakları süreceğiz ve hiçbir şey olmayacak dedim.

Peki sonra ne olacak? Çevremizdeki çok sevdiğim mavi mine çiçeklerini göstererek bunlardan birer tane alıp gece yastığımızın altına koyacağız ve evleneceğimiz erkeği rüyamızda göreceğiz dedim.

2 gün sonra bir grup kız yanıma gelip ne dese beğenirsiniz? Sen ormanda bir gezi yaptırıyormuşsun bizi de götürür müsün? Ne kadar hoşuma gittiğini anlatamam J kampın sonuna kadar 3-4 kişilik grupları her gün bu spritüel deneyimi yaşatmak üzere ormana tur düzenledim.

Hiçbir kızın bacakları ısırgan otu yüzünden zarar görmedi ve hemen hemen hepsi rüyalarında birilerini gördüler 🙂

Bu anım beni her zaman güldüren ve de çük düşündüren bir anı olmuştur.

Yıllar sonra ısırgan otunun bazı cilt hastalıklarında iyileştirici olarak kullanıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım çünkü genelde bilinen ısırgan otu cilde temas ederse ciltte ciddi kızarıklıklar yanmalar oluşturduğu idi.

Şimdiki algımla baktığımda bu bir geçmiş yaşam hatırlamasıydı diye düşünüyorum. Bu bilgi bende vardı ve kendiliğinden ortaya çıkıvermişti.

Çocukluğuma ve güzel anılarıma selam ve sevgiyle…

12.02.2017

Şebnem Akalın

“Para” Çalışması (Online)

Son zamanlarda en çok duyduğum şikayet, yapmak istediğiniz şeyler için para bulamıyor olduğunuzu söylemeniz.

Oysa ki para sadece bir araçtır ve aslında ne kadar lazımsa o kadarı size gelir. Ancak zihinsel olarak engelleriniz varsa bu akışı kesersiniz.

Bu sebeple, düzenli “Online Para Çalışması” düzenlemeye karar verdim.

Parayla ilgili önyargılardan başlayıp paranın zihninizde olumlu yönde dönüşümüne kadar gidecek bir bilinçaltı çalışması yapacağız.

Toplam 8 saatlik Program şu şekilde;

  1. Modül: 4 seans 23-24-30-31 Ocak Saatler : 19:30 – 20:30
  2. Modül: 4 seans 15-17-19-21 Şubat Saatler : 20:30 – 21:30

Katılım Ücreti : Toplam 500 TL.

1. Modül Kayıt için 250 TL en geç 22 Ocak 2021 Finansbank, iban no: TR44 0011 1000 0000 0082 2087 68 Ayşe Şebnem Akalın hesabına ödenir.

2. Modül kayıt için kalan tutar en geç 12 Şubat günü ödenmelidir.

Grup 10 kişiyle sınırlıdır.

Çalışmayı Zoom uygulaması ile yapacağım. Zoom linkini size kolayca gönderebilmem için, uygulamayı bilgisarayınıza ya da cep telefonunuza indirdikten sonra beni whatsapp numaramdan eklemeniz gerekiyor. Whatsapp: 530 517 75 40

Ayrıca instagram ve youtube dan beni takip etmenizi rica ediyorum.

Instagram: https://www.instagram.com/sebnem_akalin/?hl=tr

Youtube: https://www.youtube.com/channel/UCRAQyqDN-ztAXGwulGiAWBQ?view_as=subscriber

Mavi Kapaklı Kitap

Hayatımdaki en büyük travmaların yaşandığı 2 seneden bahsedeceğim size. Öyle bir 2 sene ki; orada oluşmamış bir olumsuz duygu, inanç, önyargı, düşünce yok neredeyse.

Konuyla ilgili hatırladığım ilk anı yeni okulun, yeni öğretmeninin verdiği haftasonu ödevini tam olarak bitiremediğim için aşırı bir stres içinde kahvaltıya oturuyorum. Karnımda ağrılar, yediklerim boğazımdan aşağıya gidemiyor. Anneme söylüyorum eksiklerim var diye, bana yardım ediyor. O yazarken ben bir yandan birşeyler yemeğe çalışıyorum bir yandan anneme yazdırdığım 2 sayfa için utanıyorum. 30 sayfa yazının yanında 2 sayfa…

Okula gidiyorum, öğretmenin elinde benim defterim herkese beni anlatıyor. “Arkadaşınız yeni olduğu için tüm üniteyi yazmış” diyor. Aslında 1 sayfa olan ödevi yanlış anladığım için 30 sayfa yazmışım. Off çok utanıyorum, ne salaklık…

4. sınıf böyle sıkıntılı başlıyor. Herkes yabancı, kimseyi tanımıyorum. Halbuki eski okulumda herkesi çok seviyordum, çok eğleniyorduk. Öğretmenim genç enerjili, neşeli bir kadındı. Sınıfın en çalışkan 3 kişisinden biriydim ve annem aynı okulda öğretmen olduğu için de çok havalıydım. Seda Akalın’ın kızıydım orada. Ancak annem ve arkadaşları o öğretmenin eğitimini yetersiz buluyor ve bir öğretmen arkadaşının başka bir okulda çok iyi bir öğretmen olan ablasının sınıfına gönderilmeme karar veriliyor. Burada ise isimsiz bir yeni öğrenci, üstelik çok sert görünümlü, soğuk bir kadın öğretmen…

İlk ayın sonunda öğretmen haftasonu için “aylık ödev” adı altında bir ödev veriyor, 80 soruluk aylık ödev. Eve gidiyorum ve başlıyorum soruları çözmeye çalışmaya. Elimde var olan dergileri kitapları tarıyorum 1-2 sorunun cevabını buluyorum diğerlerini bulamıyorum. Annemle babama sorarak bir kaç tane daha buluyorum ama gerisi yok. Anneme söylüyorum, araştır! diyor. Tüm haftasonum zehir oluyor ama yok, gerisi yok. Pazartesi oluyor ben yine çok kötüyüm, tüm haftasonu soru çözmeye çalışmışım ama hiç birşey yapamamışım. Hangi birine üzüleyim, ödevi yapamadığıma mı? haftasonumun rezil olduğuna mı?

Okula gidiyorum, oturuyorum. Öğretmen, “Ödevlerinizi açın kontrol edeceğim” diyor. Defterimi açıyorum ama defterin boş olduğu ortada. Öğretmen sınıfta dolaşıp herkesin defterine bakıyor. Sonra bir bakıyorum tahtanın önüne sıralanmış bir sürü öğrenci. TEMBELLER…

Ben ne olduğunu anlamadığım için oturuyorum. Ama tabi ki yanımda oturan arkadaşım defterimin farkında. Bana diyor ki; sen de ödevini yapmadın kalk tahtaya. Kaçış yok, kalkıyorum. Yerin dibine geçsem daha iyi…

Öğretmen meğerse ödevini yapmayanlara sıra dayağı çekermiş. Başlıyor sıranın sonundan öğrencileri döverek bana doğru gelmeye. İçimde müthiş bir korku, utanç ve haksızlık duygusu. Ama ben ödevi yapmadım değil ki YAPAMADIM…

Hiç bir şey söyleyemiyorum. Korkuyorum ve bekliyorum. Öğretmen geliyor, “sen yeni olduğun için sana vurmuyorum” diyor ve yanımdaki öğrenciye girişiyor. Utancıma bir de bu ekleniyor. “Annemi tanıdığı için mi vurmadı acaba” diye içime bir kurt düşüyor. Hani şerefimle dayağımı yesem daha iyi sanki… (Bu arada ne gariptir ki, öğretmen, hiç bir gün anneme benim durumumdan bahsetmiyor. Yani, genel olarak notlarım iyi olduğu için, annem her şey yolunda zannediyor)

Sonra fark ediyorum, diğer çocukların elinde küçük mavi kaplı bir kitap var. Kitabı isteyip soramıyorum ama şüpheleniyorum. O kitapta bir şey var.

Aylar geçiyor, ödevler geçiyor, durum aynı. Evde kabus dolu aylık ödev araştırmaları, bulamamalar. Pazartesi günü karın ağrıları, korkudan buz kesmeler. Öğretmen bana vurmuyor bir şekilde ve ben her türlü utanıyorum. Belki de diğer zamanlarda iyi bir öğrenci olduğum için ama ben bunu hiç hissetmiyorum, kendimi hep rezil olmuş hissediyorum.

Bir süre sonra mavi kaplı kitaptan iyice şüpheleniyorum ve anneme gidip durumu anlatıyorum. Annem “olmaz öyle şey tek bir kitaptan ödev verilmez, araştır” diyor. Ama hiç, oturup yanıma soruları çözmeme yardım etmiyor. Yalnızım, yapayalnız…

Ben tembel değilim, deli gibi çalışıp başaramayanım. Bunu bütün dünyaya haykırmak istiyorum ama yapamıyorum.

Bu böylece 1,5 sene sürüyor. 5. Sınıfın sonlarına doğru, bir ödev kontrolünde öğretmen artık dayanamayıp omuzuma bir yumruk indiriyor. Yumruğu aslında kalbime, ruhuma indiriyor. Yine de diğer çocukların yediği dayağın yanında bu hiçbir şey. Yine utanıyorum…

O korkunç aşağılanmayla eve gidiyorum ve nasılsa anneme o kitabı aldırtıyorum, vee şok: kitabı bir açıyorum ki her ünite için 80 soru ve cevabı. Zaten kitabın adı da 80 soruda bilmem ne… ( Burada şöyle bir şey oluşuyor bende, “beni dinlemezler ya da beni çok geç anlarlar”)

Öğretmen son aylık ödevi veriyor. Okulların kapanmasına çok az var. Ödevimi çok şahane bir şekilde yapıyorum ve gururla okula gidiyorum. Son ödev ya, öğretmen kontrol etmiyor. Etmiyor!

O kadar çok üzülüyorum ki, tarifi yok.

Sene sonunda Anadolu lisesi 1. Basamak sınavına giriyoruz. Ben sınıfın “çalışkanlarından” olmadığım için öğretmen ve arkadaşlarım benden herhangi bir performans beklemiyor.

Sonuçlar açıklanıyor, ben kazanmışım. Ne kadar çok seviniyorum, müthiş gurur duyuyorum. İşte bu diyorum, olması gereken oldu.

Okula gidiyorum sevinçle, sanıyorum ki herkes beni tebrik edecek. 2 sene içinde edindiğim birkaç arkadaşım var ama bir tanesi çok özel benim için onu çok seviyorum ve en iyi arkadaşım olduğunu zannediyorum. Ancak, ne kadar yanıldığımı sınıfa girince anlıyorum. Selam veriyorum yüzüme bakmıyor, hatta kafasını çeviriyor. Diğerleri de bir garip. Şok geçiriyorum, anlayamıyorum, ne oldu ki?

Gün içerisinde öğreniyorum ki o arkadaşım sınavı kazanamamış ve kulağıma birşeyler çalınmaya başlıyor, “annesi öğretmen olduğu için torpil yaptılar” diyormuş. 

Grup arkadaşlarımın hiç biri benimle konuşmuyor. Öyle büyük ve derin bir yalnızlık duygusu ki… Ayrıca bir suçluluk duygusu da eşlik ediyor ki onu hiç sormayın. Dışarıdan bakıldığında çok saçma görünse de bu o zaman için son derece gerçek. Şöyle ki; “2 senedir çalışkan olduğumu gösteremedim, tabi ki öyle zannetmekte haklılar ve bu yüzden ben suçluyum.”

Sonra ne oldu biliyor musunuz dostlar? Ben, arkadaşlarımın sevgisini kazanabilirim ve annemin torpili olmadığını ispat edebilirim sanrısı ile, 2 aşamalı olan sınavın 2. sinde öylece oturdum…

Eğitim ve sonrasında iş hayatım boyunca da, başarılı olmak şöyle dursun başarısız olmak, dikkat çekmemek, arkadaşlarımın sevgisi ve kabulünden mahrum kalmamak adına hiç çalışmadım. Çalışamadım. Doğal olarak yapabildiğimin dışına çıkmadım. Çıkamadım.

Tüm bunları dönüştürmem ise, ancak çok ileri yaşlarımda bilinçaltı çalışmalarıma başlamam ile mümkün olabildi. Çok vakit kaybettim dostlar ama görünen o ki; benim sürecim bu olmalıydı. Bu sebeple başkalarının yaralarını sarmak için böyle bir uğraş içerisindeyim.

Olana da olmayana da şükürler olsun J

Şebnem Akalın

12.6.2016

Bebek Sahibi Olamamak

Sevgili dostlar bu yazımda, stres sebebiyle bebek sahibi olamayan aileler ile yaptığım çalışmalar ile ilgili tecrübelerimi paylaşmak istiyorum.

Bu aileler doctor kontrollerinde hiç bir fiziksel sorunları olmadığını öğreniyorlar fakat yine de bebek sahibi olamıyorlar. Bu sebeple çok doktor geziyorlar, alternatif çare vs. arıyorlar fakat sonuç alamıyorlar.

Bu süreç o kadar uzuyor ki sonunda aşırı derecede stress yüklenip birbirlerini kırıp dökmeye başlıyorlar. Bakıyorlar bu şekilde olmayacak tüp bebek tedavisi olmaya karar veriyorlar ve böylece başka çok meşakkatli bir sürece giriyorlar. Yıllarca sürebiliyor bu uğraşları.

Genellikle bu şekilde bebek sahibi olanlar sonrasında kendiliğinden ikinci bebeklerine hamile kalıyor. Bunun sebebi çok net bir şekilde stresin ortadan kalkmış olması.

Ancak stres diye bahsettiğimiz konuyu günlük stresler, iş, güç, geçim derdi vs. olarak algılamayın. Çünkü genel yanlış kanı bu yönde. Böyle olduğu için stresten uzak kalmak adına günlük işlerden uzaklaşıp yeni stresler ediniyorlar.

Bu şekilde bana gelen danışanlarım için bilinçaltlarında nelere bakarım size bundan bahsedeyim.

  • Çocukluğu kötü geçmiş kişiler, kendilerinin iyi birer ebeveyn olup olamayacağı konusunda strersli olurlar.
  • Aile içinde şiddete maruz kalan kişiler, dünyanın güvenli bir yer olmadığına inanırlar ve bu dünyaya çocuk getirmenin, o çocuk için kötü bir şey olduğunu düşünürler.
  • Eşiyle tam uyum sağlayamadığını düşünen kişiler, eşinden çocuk sahibi olmak istemezler.
  • Kendisini yetişkin olarak hissetmeyen kişiler çocuk sorumluluğunu çok fazla bulur ve çocuk sahibi olmak istemezler.
  • Dünyayı çok fazla önemseyen ve büyük işlerin gerçekleştirilmesi gerektiğine inanan kişiler aile kurmak ve çocuk sahibi olmanın dünyada yapılacak önemli işler için engelleyici olduğunu düşünürler.
  • Henüz zamanı gelmediğini, çocuk sahibi olmak için maddi imkanların belli bir seviyeye gelmesi gerektiğini düşünenler o zaman gelene kadar beklerler.
  • Erken yaşta anne ya da baba kaybı yaşayanlar o yaşı geçirene kadar bekleyebilir. Yani örneğin anne ya da baba 40 yaşında iken öldülerse, “40 yaşını bir atlalatalım” gibi bir düşünce

Tüm bunlar, kişilerin farkında olmadıkları ve bilinçaltı çalışması yapılmadıkça farkına varamayacakları olumsuz duygu ya da düşüncelerdir. Bu olumsuz duygu ya da düünceler dönüşebilir. Dönüştüğünde de “stress” ortadan kalkar. Kolaylıkla çocuk sahibi olurlar.

Ayrıca tüm bunların yanında ister alın yazısı deyin, ister enkarnasyon tercihi deyin bu hayatta çocuk sahibi olmayacakları ruhsal bir seçim olarak bu hayata gelmiş kişiler olabiliyor. Ancak bu kişiler zaten herhangi bir teşebbüste bulunmuyorlar genellikle. Eşleri bu anlamda uyumlu değilse o zaman eş baskısı nedeniyle bir çaba oluyormuş gibi görünse de biliyorsunuz ki; çocuk sahibi olmak için, iki kişinin de tam olarak hazır olması gerekli.

Şebnem Akalın

13.12.2020

Tüm Sorumluluk Benim Üzerimde-Vaka Öyküsü

Genç bir kadın. Bana gelme sebebi mutsuzluk. Kızımla ilgili canım sıkılıyor dedi. En son ne oldu dedim, kızının uyuşturucu kullandığından şüphe ettiği için kavga etmişler ve kızı evden çıkıp gitmiş. Çok üzülüyorum diyor ve başlıyoruz vuruşlara. Üzülme, kızgınlık, öfke, korku duygularını rahatlattıktan sonra kendine kızgınlığı çıktı ortaya. Kendine kızgınlığını çalışmaya başladık, bir kaç tur sonra sorumluluktan yoruldum artık tüm sorumluluk benim üzerimde dedi.

Burada sorumluluklarını konuştuk, aslında anlatmak istediği ile anlattığının farklı olduğunu hissediyordum.

Konuşurken çok fazla korkuları olduğunu farkettim ve korkuları için çalışmaya başladık. Vuruş yaparken, bir  yer hatırladığını söyledi, 17 yaşlarında oturduğu bir ev. Orada kardeşine yapılan haksızlık, bu duygusu ile çalıştığımızda ve duygu sakinleştiğinde, o haksızlığın hatırlattığı çocukluk anısı…

ve asıl travma hikayesi başladı. babası öldükten sonra köyde annesi ve babanesiyle yaşamaya başlamışlardı fakat anne çocuklarının ihtiyaçlarıyla ilgilenmek yerine kendi hayatını kurtarmaya çalışmıştı. Kardeşi ve babanesinin karnını doyurmak dahil evle ilgili tüm sorumluluk tamamen 9 yaşındaki küçük kıza yani kendisine kalmıştı. Aynı zamanda okula da gidiyor ve okumaya çalışıyordu. Annesinin eve gelen erkek arkadaşlarının kendisine sarkıntılık etmeleri ile başa çıkma çabası da ayrı… (Tüm o sorumluluk ile ilgili baskılar o yaşlarda oluşmuştu)

Sonraki 1 saat ağlayıp, haykırarak, isyan ederek vuruşlarımızı yaptık. Çocukluk travması ile ilgili tüm duygular boşalıp rahatlayana kadar çalıştık. Değersizlik, sevilmemek, utanmak, üzülmek, kızgınlık, öfke, korku, baskı, şaşkınlık, çaresizlik duyguları teker teker sıfırlandı.

Son olarak “ben annem gibi değilim ki ben kızımın herşeyiyle ilgileniyorum o bana neden bunu yapıyor haksızlık bu” duygusunu da temizledik.

Üzerimdeki bütün yük kalkmış gibi hissediyorum dedi. Seansın sonunda rahatlamıştı, en önemlisi asıl sorunun kızı olmadığını anlamıştı. Bambaşka bir ruh hali ve yüz ifadesiyle ayrıldı.

Şebnem Akalın

Mayıs 2017

İlişki Sorunu, Doğum hikayesinde gizli – Vaka Öyküsü

İlişkilerle ilgili sorun yaşayan bir danışanımın öyküsü.

Danışanım ilişkilerinde süreklilik yaşayamadığından ve bir noktaya kadar gelip ilerleyemediğinden yakınıyordu.

Bu sorunuyla ilgili olarak genelde tüm seanslarda yaptığım üzere, temel sebep ne olabilir araştırıyordum. Temel olumsuz duyguyu bulduk ve üzerine çalışmaya başladık ama bu duygunun başlangıcı olan olay ancak bir kaç seans sonrasında geldi.

Bu anı, kendi doğum hikayesinde gizliydi ancak defalarca sormama rağmen normal sıradan bir doğum ile doğduğunu söylüyordu. Son seansta tekrar doğum anına yönlendirdiğimde birden olayı hatırladı.

Olay şu; Annesi danışanıma hamileyken dişi ağrımaya başlıyor. Anne bir kaç kere diş doktoruna gidiyor. Hamile olduğu için riskli bulunuyor ve diş çekilmiyor. Ancak bir gün ağrısı o kadar dayanılmaz oluyor ki anne “bebek düşerse düşsün” diye düşünerek dişini çektiriyor. O anda öyle büyük bir üzüntü yaşıyor ki vazgeçilemez olmak için anneye ve ikili ilişkilerinde karşı tarafa bir tür tutunma, bağımlılık geliştiriyor. Bebek yani danışanıma bir şey olmuyor, son derece güzel, sağlıklı bir genç kadın oluyor.

Peki bağlantı ne? Anne karnında bebekler etraflarında olan biten her şeyin farkındalar. Özellikle annenin yaşadığı ve hissettiği her şey, olumlu ya da olumsuz olan her şey, bebeğin bilinçaltında (ya da enerji hafızasında) kayıtlı. Danışanımda oluşan kayıt “bir gün bir şey olacak ve benden vazgeçilecek”.

Bu bilinçaltı olumsuz kabul sebebiyle ya ailevi ya da başka sebeplerle kendisinden ayrılan erkek arkadaşlar (hatta sevdikleri halde ayrılmak zorunda kaldıklarını da belirtiyorlar) ya da “nasıl olsa bitecek, ben bitireyim” gibi bir duyguyla kendisi ilişkilerini sonlandırıyor. Yani aslında bitmeyen, yarım kalmış ilişkiler bunlar. Bu bilinçaltı kodu öyle bir yayın yapıyor ki sürekli kendisinden vazgeçilmesini bekliyor. Kendini doğrulayan kehanet sözünü bilirsiniz, her seferinde kehanetin kendisini gerçekleştirmesinin sebebi o travmanın yarattığı güçlü negatif enerji bağı. 

Seans bitiminde, danışanım sadece bu konuda değil tüm hayatı boyunca hissettiği ancak farkında olmadığı büyük bir yükten kurtuldu.

Şebnem Akalın

12.11.2020

Aldatılma Korkusu- Vaka Öyküsü

Orta yaşlarda, gençlik enerjisini yitirmemiş bir kadın. Bana terapi için gelme sebebi “aldatılma korkusu”. Hayatındaki erkekleri sürekli takip etmek zorunda hissediyordu, bu yüzden sürekli huzursuz ve mutsuzdu. Her zaman olduğu gibi, genel bir kaç soru sorarak başlıyorum (yaş, iş, ailede düşük var mı? vs). Bana gelmesini tavsiye eden kişi, çocuğunu evlat edinmiş olduğunu söylemelisin, senin için iyi olur demiş. Söylemeye çalışırken gözyaşlarını tutamadı. 

Hemen EFT vuruşlarına başladım, katıla katıla ağlıyordu. bir kaç tur sonrasında eski kocam beni defalarca aldattı deyiverdi. Kendiliğinden ve rahat söylüyordu. yaklaşık 5 dakika EFT yaptık ve duyguyu boşalttık. Kocasının aldatmaları yüzünden şimdi güvensizleştiğini düşünüyordu. Rahatlamıştı, ama ben biliyordumki asıl sebep o değil.

Daha sonra konuyla ilgili hissettiği diğer duygulara geçtik, çalışmanın detayını anlatmayacağım. Ancak asıl sebebin ailede sürekli olarak tekrarlanan cümleleri teker teker hatırlamaya başladı. Babasının söylediği “erkekler seni kandırır sakın kanma”, iki abisinin söylediği “bize bak biz kadınlara neler yapıyoruz, bunu gör ve hiç bir erkeğe güvenme”, “annesinin söylediği erkekler yalancıdır, aldatır, döver, sakın kendini ezdirme kızım” cümleleri hayatı boyunca kulağında ona fısıldanmıştı.

Bu arada üstüne bir de 5 yaşındayken, babasının içki, kumar, aldatma ve şiddet göstermesi sebebiyle anne baba ayrılığını da ekleyince doğal olarak hiç bir erkeğe güvenemiyor ve kendisini kullandırtmamak için sürekli kontrol etmeye çalışıyordu.

Hepsiyle ilgili tüm olumsuz duyguları çalıştık. en sonunda “erkeklere güvenmek istiyorum” ile başlayıp “artık erkeklere güvenebilirim” diye devam eden bir duygu durumuna geldik. 

Bu konu için bir kere daha gelmesi gerekecek çünkü erkeklere güvenmeye başlamak düşüncesi onda ufak bir direnç yaratmıştı ve bu sebeple sırtında biraz ağrı oluşmuştu.

Ancak ayrılırken olanlara inanamıyordu, tüm algısı değişmiş ve çok rahatlamıştı. Şu anda birlikte olduğu kişiyi takip etme isteği tamamen ortadan kalkmıştı. Eğer, azda olsa bir duygu kırıntısı geri gelirse diye (genellikle olmaz ama dirençli kişilerde bazen bu olur) ona gösterdiğim şekilde evde uygulama yapmaya istekli olarak ve yüzünde güller açarak bana sarıldı…EFT ve TAT sağolsun 🙂

“Para” Çalışması (Online)

Son zamanlarda en çok duyduğum şikayet, yapmak istediğiniz şeyler için para bulamıyor olduğunuzu söylemeniz.

Oysa ki para sadece bir araçtır ve aslında ne kadar lazımsa o kadarı size gelir. Ancak zihinsel olarak engelleriniz varsa bu akışı kesersiniz.

Bu sebeple “Online Para Çalışması” düzenlemeye karar verdim.

Bu çalışmayı, astrolojik olarak 2020’nin en şanslı günü olan 18 Kasım’da başlatacağım. Parayla ilgili önyargılardan başlayıp paranın zihninizde olumlu yönde dönüşümüne kadar gidecek bir bilinçaltı çalışması yapacağız.

Toplam 6 saatlik Program şu şekilde;

  1. Modül: 3 seans 18 – 20 – 22 Kasım Saatler : 20:30 – 21:30
  2. Modül: 3 seans 9 – 11 – 13 Aralık Saatler : 20:30 – 21:30

Katılım Ücreti : Toplam 400 TL.

1. Modül Kayıt için 200 TL en geç 17 Kasımda Finansbank, iban no: TR44 0011 1000 0000 0082 2087 68 Ayşe Şebnem Akalın hesabına ödenir. 2. Modül kayıt için kalan tutar en geç 4 Aralık günü ödenmelidir.

Grup 10 kişiyle sınırlıdır.

Çalışmayı Zoom uygulaması ile yapacağım. Zoom linkini size kolayca gönderebilmem için, uygulamayı bilgisarayınıza ya da cep telefonunuza indirdikten sonra beni whatsapp numaramdan eklemeniz gerekiyor. Whatsapp: 530 517 75 40

Ayrıca instagram ve youtube dan beni takip etmenizi rica ediyorum.

Instagram: https://www.instagram.com/sebnem_akalin/?hl=tr

Youtube: https://www.youtube.com/channel/UCRAQyqDN-ztAXGwulGiAWBQ?view_as=subscriber