Değişim

Posted on 24 Mart 2010 by Şebnem Akalın

Değişim neden bu kadar zorlar insanı. nereden biliriz değişimin iyi mi, yoksa kötü mü olacağını? neden hemen kabul edemeyiz. hemen kabul edememekle kalmaz, değişim olmasın diye fazlaca zaman ve enerji harcarız. hatta bazen öyle konular olur ki yanımıza yandaşlar ararız , gruplar oluştururuz ve topluca direniriz.

peki sonra ne olur? bazen (bize göre) değişimin sonucu olumsuz olabilir. ama bu çok nadir olur aslında her zaman olan ve belkide en çok direndiğimiz zamanlarda olan şudur; yeni gelen bizim için eskisinden çok daha iyi olmuştur. geriye dönüp bakarız ve inanamayız. neden bu kadar direndim acaba diye düşünürüz ancak pek anlamlı gelmez oradan geriye baktığımızda gördüğümüz.

“bilsem!? bu kadar direnir miydim?” deriz.

bu konuyla ilgili, olumsuz atasözlerimiz vardır. “gelen gideni aratır” gibi. eğer değişimi kendimiz görüp farkedip buna göre kendi tavrımızı belirlersek hiç bir zaman yaşanmaz gelen gideni aratma durumu aslında.

ama göremezsek, hatta direnip, değişime ayak uydurmak yerine eskiden bildiğimiz gibi davranmaya devam etmekte ısrar edersek o zaman bu değişimin gerekliliğini anlamamış olmamız sebebiyle daha güçlü bir deneyime çekiliriz. o sırada olan değişim değildir elbette, asıl olması gereken değildir yani. gelen bize asıl değişimin yolunu göstermek için eskisinden daha güçlü bir deneyimdir. bu durumda gelen gideni aratmıştır işte!

insan doğası gereği varolanı devam ettirmek istiyor. varolan; bildiğimiz ve kendimizi güvende hissettiğimiz deneyimler topluluğu. bu deneyimlerin iyi veya kötü olması önemli değil. uzun zamandır devam ediyor olması ve başka türlüsünü bilmiyor olmamız yeterli. cehennemde yaşıyor olsak bile farklısını bilmediğimiz ve daha beteri olacağından korkmamız nedeniyle o cehennemden kurtulmak istemiyoruz. kendi dertlerimizi seviyoruz. onlar bizi biz yapan unsurlar gibi adeta.

oysa ki bizi biz yapan şeyler çok farklı gerçekte. değişim demek bu dertlerden ayrılmak demek bir yerde. bilinçli bir şekilde, bir varolma halini bırakıp başka bir varolma haline geçmek demek. bunu yapabilmek için hayatımızın sorumluluğunu elimize almamız gerekiyor. eğer hayatın sürekli üzerinize geldiğini düşündüğünüz bir dönemdeyseniz bir bakın bakalım neye ya da nelere direniyorsunuz? neyi ya da neleri değiştirirseniz bunlar olmaz?

Şebnem Akalın

Zihin ve Beden ilişkisi

Posted on 01 Mayıs 2010 by Şebnem Akalın

Bana şifa için gelen danışanlarımdan biri “Fiziksel olarak iyi olduğumda daha sağlıklı düşünebiliyorum” dedi bir gün. ona tam tersinin gerçek olduğunu anlattığımda ve yaptığımız çalışmalarla bunun doğruluğunu kendisi de deneyimlediğinde çok şaşırmıştı.

Sağlıklı düşünebilmenin ve fiziksel olarak da sağlıklı olabilmenin tek yolu zihinsel ve duygusal olarak sağlıklı olabilmektir. eğer altta yatan negatif inancı ya da sorunlu duyguyu bulup temizleyebilir ve olumluya dönüştürebilirsek o zaman fiziksel hastalıklar ortadan kalkıyor.

Kendi deneyimlerimden ve okuduğum araştırma ve deneylerin sonuçlarından da gördüğüm üzere pek çok fiziksel hastalığın altında duygusal ya da zihinsel bir neden var. hatta “kaza” olarak adlandırdığımız bazı olayların bile derininde böyle bir sebep bulmak şaşırtıcı oluyor.

Reiki, çok yumuşak bir şekilde zihinsel ve duygusal temizlik yapmamıza yardım eder.  düzenli olarak yapılan reiki çok derinde bu temizliğin yapılmasına yardımcı olur. eğer kişi zihinsel ya da duygusal sebebi bulabildiyse 2. derece reiki de öğrenilen yöntemleri kullanarak bu temizlemeyi çok daha kolay yapar. zaten sebebin bulunması bile yolun yarısının aşılması anlamına gelir.

Hastalıkların zihinsel nedenleriyle ilgili tavsiye edebileceğim bir kitap var. sadece bu kitaptaki olumlama cümlelerini tekrarlayarak bile iyileşme olabildiğini çok gördüm. Louise Hay’in “Tüm Hastalıkların Zihinsel Nedenleri” adlı kitabında hastalıkların hangi olumsuz düşünce kalıplarından kaynaklandığını ve bununla ilgili düzeltme yapmak için kullanılabilecek olumlama cümlelerini bulabilir ve şaşırtıcı sonuçlar elde edebilirsiniz.

Ancak burada şunu söylemem gerekiyor ki fiziksel olanın ya da maddenin katı halde bulunduğuna ve asla değişmeyeceğine olan inanç bu tarz çalışmalarda sürecin uzamasına yol açmaktadır. sonuç alınmaz demiyorum ama süreci uzattığını gözlemledim. şaşırdığım zamanlar da olmadı değil tabi, bu katı inanca sahip olmalarına rağmen çok daha çabuk çözülebilenleri de gördüm. herşeyin enerji olduğunu kabul etmek ya da bilmek süreci oldukça hızlandıran bir şey.

Söylediğim bir sözün hasta hücreme ne faydası olacak diye düşünenler varsa eğer şöyle söylemek istiyorum; hücre enerji, söz de enerji… akışkanlar ve alışveriş halindeler.

Şebnem Akalın

Oyuna devam

Posted on 30 Ekim 2010 by Şebnem Akalın

Kanepedeyim, gözlerim kapalı ama uyumuyorum. İçimde tuhaf bir sıkıntı. Sözlü müzikler beni yoruyor şu an, bu nedenle klasik müzik dinliyorum. Beni zaman, zaman alıp başka yerlere götürse de ben sık, sık sıkıntıma geri dönüyorum. Üzerimde Kediş’in pırlamaları da pek işe yaramıyor.

Bilirim hayat yolunda giderken olur bende bu sıkıntı hali. Alışmadık olduğundan ya da savaşçı tarafım öyle sever, sıkıntılı. Bir arıza arar. “Ee işler hep yolunda gitmez” diye öğrenmişiz. Olumsuz düşünce kalıplarımı hep temizliyorum yeri geldikçe, bu da onlardan. Kendimi bu sıkıntıya bırakırsam mutlaka bulurum da bir arıza. Kalkmalı, bir şeyler yapmalı.

Aslında çok hareketli bir günümde değilim kendimi kanepeye bırakmak işime geliyor. Ama diyorum ya bırakırsam sıkıntım büyüyecek.  Neyse kalkayım bari. Kotumu giyiyorum, ayağımda spor ayakkabılarım.

Çıkıp yürümeye başlıyorum sahile doğru. İstanbul’u çok sevmemin en büyük sebebi bu; biliyorum ki birazdan denize kavuşacağım. Oturduğum yerden deniz görünmüyor, 10 dk yüründüğünde deniz kenarında olunacağını kim bilebilir. Bu nedenle sürprizli buluyorum bu şehri. Sen istersen sürprizlere kavuşursun. Martılar, balıkçı tekneleri, uzaktan geçen büyük, küçük gemiler, şehir hatları vapurları, deniz, denizde balıklar, denizin kenarındaki kayalık, küçük çay bahçesi.

Bundan büyük keyif yok. Saatlerce denize bakarak oturuyorum. Derinliklerine bakıyorum. Bir martı geliyor yanıma yerde duruyor bir süre sonra, birden uçup elektrik direğinin üzerine konuyor. Onu motive eden şey neydi acaba durup dururken uçtu? diye düşünüyorum. O hiç birşey düşünmüyor, sadece kendini gerçekleştiriyor.

Yaklaşık 2 saat sonunda bir anda fark ettim ki hiç bir şey yapmadan sadece denizi, martıları, tekneleri izleyerek oturdum. Hiç kalkmak istemiyorum ama geç oldu eve gitmem lazım. Ve düşündüm acaba kaç saat bu şekilde kalabilirim. Bir gün deneyeceğim bunu.

Dönüş yolu çok keyifli. Sonbahar artık, hava genelde serince ama bugün çok sıcak, yaz gibi. Kitapçıya uğrayıp Mevlevi müziği cd leri aldım, ruhuma iyi geliyorlar.

Mutluyum, kendime geldim. Kabul ediyorum her şey yolunda, akışında. Hayat bir oyun, oyuna devam..

Bir İnsanı Sevmek

Posted on 25 Kasım 2010 by Şebnem Akalın

Yeni nesil aşkı bilmiyor diye hayıflanıyor herkes. Diyorlar ki her şey çok kolay ulaşılır olduğu için yeni nesil aşk yaşayamıyor. Gençlerde eski aşkların olmadığını düşünüyor ve eski aşklara özendiklerini söylüyorlar.

Anneler, babalar gençlerin gündelik ilişkiler yaşadıklarından şikâyet ediyorlar ve kimisi bunu ahlaksız buluyor kimisi belirli bir yaşa kadar böyle olmasının uygun olduğunu düşünüyor. Sanki zamanı geldiğinde o çocuk birden doğru ilişkiyi yaşayıverecek. Sevgiye ve aşka değer vermeden geçirdiği zamanların acısı çıkmayacak.

Ben, şimdiki gençlerin sevgi konusundaki duyarsızlığının tüm sorumlusunun bizim nesil ve bizden öncekiler olduğunu düşünüyorum. Biz çocuklarımıza sevmeyi, sevginin değerini öğretiyor muyuz? Aşkın kişiye katacaklarından bahsediyor muyuz?

Çoğumuzun çocuklarına öğütlediği şey şu; aman çocuğum şimdi bu işlerle ilgilenme daha küçüksün, derslerine engel olur. Sevmeyi ertelemeyi öğretiyoruz. Hiç kimseleri çocuklarımıza layık bulmuyoruz. Herkes potansiyel suçlu sanki. Bizim çocuklarımız birer melek başkalarının çocukları ise ellerinde kılıçları ile bizimkilere zarar vermek üzere bekleyen canavarlar. Arkadaşlarına güvenme ve sakın âşık olma çünkü acı çekersin.

Çok merak ediyorum oğluna; “âşık ol çocuğum bu dünyanın en güzel şeyidir, eğer acı çekersen de

bundan öğrenirsin ve daha güçlü ilerlersin bu hayatta” diyen kaç tane anne ve kızına; âşık olmanın, sevmenin erdem olduğundan bahseden kaç tane baba var?

Bizler, çok mu acı çektik acaba zamanında ve şimdi bu müthiş tecrübelerimizden çocuklarımızı yararlandırmaya çalışıyoruz. Onları korumak adına onlara sevgisizliği, güvenmemeyi, bencilliği öğretiyoruz. Ben çok “kazık” yedim çocuğum yemesin zihniyetiyle onların en temel ihtiyaçlarını ellerinden alıyoruz.

İnsan, doğası gereği acı ile öğreniyor. Nerede acı çektiğiniz bir nokta var oraya bakın, mutlaka öğrendiğiniz bir şeyler olduğunu göreceksiniz. Bu gözle bakıldığında acılar sevilir ve inanılmaz ama aynı zamanda da azalır.

Sevmek, insanı insan yapan en önemli unsurdur. Birisine güvenmek ve aslında hayata güvenmek, insanın hayatta ayakları yere basan, güçlü bir birey olmasını ve cesurca hareket etmesini sağlar.

Hayata güvenilmediğinde korkular, endişeler ve sevgisizlik sarıyor tüm bedeni ve bir insanda olan bu negatif durum tüm insanlara bulaşıyor bir şekilde. Oysa sevgi de bulaşıcıdır onu neden çoğaltmıyoruz? Çocuklarımıza en başta öğreteceğimiz şey sevmek olsun.

her zaman hep bir ağızdan söylediğimiz şarkı gibi;

dünyayı güzellik kurtaracak,

bir insanı sevmekle başlayacak herşey…

Şebnem Akalın

Güçlü Kadınlara..

Posted on 13 Mayıs 2011 by Şebnem Akalın

1- Güçlü kadın, ayakları yere sağlam basan kadındır, dolayısıyla korunmak için bir erkeğe ihtiyacı yoktur.
2- Maddi bağımlılığı yoktur, dolayısıyla para için bir erkeğe ihtiyacı yoktur.
Geriye saf sevgi kalır. Seveceği ve kendisini seven bir erkeğe ihtiyaç duyar sadece. -Saf sevgiye hayır diyen olabilir mi?
Dünya dişil enerji (sevgi) ile eril enerjinin (güç) dengeli birlikteliği üzerine kuruludur. Mutluluk ve üretkenlik bu denge ile gerçekleşir. Sevgi bize bu dengeyi sağlar.
Bir başkasıyla sağlam ve dengeli bir ilişki kurabilmek ancak iki tarafında kendi içsel bütünlüklerini yakalamalarıyla mümkün olabilir. İçsel bütünlük; dişil ve eril yanlarımızın dengede olmasıdır. Kadında da erkekte de hem dişil hem eril yanlar vardır. Dişil ve eril yanlarımızı dengede tutmamız gereklidir ki; kadınsak kadın, erkeksek erkek olarak varlığımızı ortaya koyalım. Bu gerçekleştiğinde yani kendi varlığımızı tam olarak ortaya koyabildiğimizde, karşı cins ile bir araya gelirsek, o zaman bu dengeyi sağlayabiliriz.
Güçlü kadın; kendini tanıyan kadın olmalıdır, içsel bütünlüğünü (dengesini) yakalamış ya da yakalamak için adımlar atmış olmalıdır. Kendisini tanımayan kadın, ne istediğini bilmediği gibi, ne verebileceğini de bilemez.
Eğer kendini tanıyorsan ve dengedeysen mutlaka dengede olan ve saf sevgiyi arayan birisi girecektir hayatına ve o “doğru” kişi olacaktır.
Sevgiler,
Şebnem Akalın
13.05.2011

Sebebini bilirsen çözümü de bilirsin

Posted on 25 Mayıs 2011 by Şebnem Akalın

Batı tıbbına göre, belli bir genetik alan belli bir hastalığa zemin hazırlar. Bu zemin, doğuştan (insan lökosit antijenleri(HLA)) ya da sonradan edinilmiş (kromozom değişimi) olabilir. Doğu tıbbına göre, hastalık Hayat Yolu’nun gerçekleşmesinde bir engelin ortaya çıktığını belirtir.  Böylece bilinç, hastalıklara yol açan enerji tıkanıklıklarıyla, gelişim yolunda engellerin oluştuğunu ifade eder.

Bu iki bakış açısı, örneğin farelerde stres yaratılmasının kromozom bozukluklarına neden olduğu deneyler bilindiğinde birbirleriyle tümüyle uyuşmaz değildir. Bu yüzden, tamamen aynı genetik alan bir kişide hastalığa neden olurken bir başkasında sağlık sorunu yaratmayabilir.

Yeniden sağlığa kavuşmak için, karmaşık ve rastlantısal genetik manipülasyonlara başvurmaktansa hastalığa yol açan ruhsal enerji mekanizmalarını anlamak daha basit, daha mantıklı ve düşük maliyetli görünüyor.

Dr. Thierry Médynski

Michel Odoul’ un “Bana nerenin ağrıdığını söyle sana nedenini söyleyeyim” kitabının önsözünden alıntıdır.

Benim tecrübelerim de, hastalıkların zihinsel-duygusal kökenini bulup, orada oluşmuş blokajı (olumsuz düşünce kalıbını) temizlediğimizde hastalığın büyük ihtimalle iyileştiğini gösteriyor. Herhangi bir hastalığın zihinsel-duygusal kökeni olmadığına rastlamadım hiç. Bir hastalık önce zihinsel-duygusal olarak oluşuyor daha sonra fiziksel düzeye iniyor.

Tamamlayıcı yöntemleri, bu hastalıklar fiziksel hale gelmeden önlemek amacıyla kullanıldığında kesinlikle çok etkili ve çok daha düşük maliyetli. Üstelik kendi hayatımız üzerindeki etkimizi görmemiz açısından da farkındalığımızı artıran yöntemler. Hayatımızın sorumluluğunu almamız açısından büyük önemi var. Çevreyi, diğer insanları, anne-babamızı, akrabalarımızı vs. suçlamak yerine, bu olumsuzluklara kendi katkımızı görmemizi sağladığı kesin.

Ancak fiziksel hale dönüşmüş olan hastalıklarda da, pek çoğunda çok çabuk iyileşme olduğunu gördüm. Bir yandan tıbbi tedavisi sürerken zihinsel çalışma yapılan kişilerde diğerlerine oranla iyileşme çok daha hızlı oluyor.

Basit dediğimiz grip vs hastalıklar hemen iyileşiyor, diğer hastalıklarda ise süre çok kısalıyor ve hatta sebebi bilindiğinde, hastalığın tekrarlama olasılığı da çok düşüyor. Çünkü, sebebi bildiğinizde o sebebi oluşturan şartları değiştirebilirsiniz….

27.05.2011

Şebnem Akalın

Haketmek

Posted on 12 Temmuz 2011 by Şebnem Akalın

Bir yarışma programı izliyorum, adı “ANLAŞMA”. Yarışma şöyle: Daha önce birbirini tanımayan 3 kişi yarışıyor. Her soruda, cevap için anlaşmak zorundalar. 5 tur ve 15 soru var, eğer 3 yanlış yapılırsa yarışma bitiyor ve tüm kazanılan para kaybediliyor. Sonunda da kazanılan parayı yaklaşık olarak %60, %30 ve %10 oranında paylaşıyorlar. Ancak bu paylaşım için de anlaşmak zorundalar. Bu kısım çok önemli…

İzlediğim bölümde, 3 yarışmacı var 1 tanesi, sadece ilk ve son soruyu bildi, diğeri sadece bir soru cevapladı, sonuncu ise 15 sorunun yaklaşık 6 tanesini hiç tereddütsüz cevapladı. diğer soruları ortaklaşa kararla belirlediler ve 2 tane de hata yaptılar.

Yarışmanın sonunda en yüksek payı hanginiz hakediyorsunuz sorusuna 8 tanesini bilmiş olan yarışmacı, pek de kendine güvenmeyerek “ben” dedi. İlk ve son soruyu bilen yarışmacı ise, son derece kendinden emin bir şekilde “ben son soruyu bilmeseydim kaybedecektik, bu nedenle ben hakediyorum” dedi.

Sonuç; ilk ve son soruyu bilen yarışmacı en yüksek payı aldı, 6 soruyu tereddütsüz bilen (üstelik diğerlerinin o konularda hiç fikirleri yoktu) yarışmacı ise orta payı aldı. “Ben olmasaydım son soruya gelemezdik”diyemedi. Diğer yarışmacı zaten en düşük paya razı olmuştu.

Hayatı ve güzelliklerini hakettiğine inanmak böyle bir şey…

Şebnem Akalın, 12.07.2011

HAYATIN GETİRDİKLERİNDEN MESAJ ALMAK

Posted on 11 Ocak 2013 by Şebnem Akalın

Yıllar evvel, yirmili yaşlarımın başlarında bir otobüs yolculuğu yapıyordum. Yanımda benden 10 yaş kadar büyük bir hanımefendi vardı. Yol uzun ve gece karanlıktı   bir süre sonra sohbet etmeye başladık. Sigara içiyordu ve bunun nedenini bana anlatıyordu. Çok geç başladığını ama tiryaki olduğunu söylemişti. Sigara içme sebebi olarak da evliliklerini göstermişti.

Güzelce bir hanımdı ve eğlenceli bir sohbeti vardı. Ben nereye gidiyordum hatırlamıyorum, ama kendisinin Bodrum’daki yazlığında arkadaşları ile yeni yıl kutlaması yapmak üzere gittiğini anlattığını hatırlıyorum.

Bu günlerde bu olayı hatırlama sebebim; bu hanımefendinin bana anlattığı hayatıyla ilgili, bugünkü bakış açımla içimden gelenleri paylaşmak istemem…

İlk evliliğini, (kendi deyimiyle) bir zorba ile yapmıştı. Adam içki içiyor ve aşağılamalar ve küfürler eşliğinde karısına şiddet uyguluyordu. Çok mutsuz olmuştu ve birkaç yıl içinde boşanmıştı eşinden. Ama çok aşık olarak evlenmiş olduğu için bu ilişkiden ve ayrılıktan derin yaralar almıştı tahmin edebileceğiniz üzere.

Birkaç yıl sonra tanıştığı ve “melek gibi” olan ikinci eşiyle evlenmişti. Bu seferde bu eşin, kendisinin etrafında dönmesi, sürekli ilgilenmesi ve sevgiyle davranmasını kaldıramamış ve birkaç yıl içinde bu seferde tam tersi fazla ilgiden ve sevgiden bunaldığı için ayrılmıştı. O zamanki aklımla bile bunu anlayamamıştım, insan fazla ilgiden ve sevgiden neden bunalır? Ya da fazla ilgi ve sevgi diye bir şey var mıdır? Bence yoktur, sadece sevgi vardır…

Birinci evliliğinde kendi değerini anlaması ve bu dünyadaki gerçek amacını gerçekleştirebilmesi için bir zorba ile beraberdi. Bu eş ona kendisi olması gerektiğini ve ayakları üzerinde durması gerektiğini, gücünü eline alması gerektiğini acı bir deneyimle öğrenmesini sağlayacaktı ki bu onun seçimiydi. Bu onun öğrenebileceği tek yoldu. Ancak bu tam anlamıyla gerçekleşemedi ve ikinci şans olarak ilkinin tam tersi bir eş ona kendi değerini göstermeye çabaladı. Kendi değerini görmek istemeyen hanımefendi buna da bir bahane buldu ve bu şansını da kullanmadı.

Hayat, insana her zaman birden fazla şans verir. Ancak biz bu şansların hiç birini göremez ve kendimize iyileşme fırsatı veremez isek, kenara çekilir kollarını kavuşturur ve “hadi bakalım buyur kendin yap bundan sonra” der. Bundan sonra hayatımızdaki zor olan süreci böylece başlatmış oluruz.

Yol arkadaşım, bizim yolculuğumuz bittikten sonra neler yaşadı, başka şansları oldu mu? bilemiyorum. Umarım olmuştur ve “kendi kimliğini” ve “ben değerini” bulmuştur.

Ona çok sevgilerimle…

11.01.2013

Mavi Mine Çiçeğinin Hikayesi

Posted on 11 Mart 2013 by Şebnem Akalın

İlkokul beşinci sınıfın yaz tatiliydi. Ailem beni, Ankara yakınlarında, kız çocukları için düzenlenmiş bir yaz kampına gönderdi. İzci kampına benzeyen ama, “light” izci kampı diyebileceğimiz 15 günlük bir kamp.

Kendimi yeni tanımaya başladığım bir dönemde, yeteneklerimi keşfettiğim, kampta gerçekleştirilen her türlü etkinliğin içinde yer aldığım çok eğlenceli bir süreç olmuştu. Tiyatro oyunu sergilemekten, tek kişilik bir gösteriye, darbuka çalmaktan vokal yapmaya, her türlü el işi çalışmalarından spor faaliyetlerine pek çok etkinlik.

Hayatımın en güzel anılarının saklandığı bir dönem ve tabi bir sürü kız arkadaş…

Bu kampta bir gün, serbest zaman geçirilen öğleden sonra akşamüzeri arası dönemde 4 kız arkadaşım ile beraber orman içinde yürüyüşe çıktık. Epey ilerledikten sonra biraz dinlenmek için oturduğumuzda sebebini o zaman için asla bilemediğim bir şekilde kızlara etrafta bulunan ısırgan otlarını bacaklarımıza sürmemiz gerektiğini söyledim. Onlar ben ne dersem yapıyorlardı (bunun nedenini hâlâ bilemiyorum   )

Hepimiz bacaklarımıza ısırgan otlarını bir güzel sürdük. Bu arada bir tanesi bacaklarımızı acıtmaz mı diye sordu. Ben bilgiç bir şekilde hayır dedim önce bunları sürelim ardından oturduğumuz yerde bulunan beyaz kireçli bir toprağı göstererek bu toprakları süreceğiz ve hiçbir şey olmayacak dedim.

Peki sonra ne olacak? Çevremizdeki çok sevdiğim mavi mine çiçeklerini göstererek bunlardan birer tane alıp gece yastığımızın altına koyacağız ve evleneceğimiz erkeği rüyamızda göreceğiz dedim.

2 gün sonra bir grup kız yanıma gelip ne dese beğenirsiniz? Sen ormanda bir gezi yaptırıyormuşsun bizi de götürür müsün? Ne kadar hoşuma gittiğini anlatamam   kampın sonuna kadar 3-4 kişilik grupları her gün bu spritüel deneyimi yaşatmak üzere ormana tur düzenledim.

Hiçbir kızın bacakları ısırgan otu yüzünden zarar görmedi ve hemen hemen hepsi rüyalarında birilerini gördüler 

Bu anım beni her zaman güldüren ve de çük düşündüren bir anı olmuştur.

Yıllar sonra ısırgan otunun bazı cilt hastalıklarında iyileştirici olarak kullanıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım çünkü genelde bilinen ısırgan otu cilde temas ederse ciltte ciddi kızarıklıklar yanmalar oluşturduğu idi.

Şimdiki algımla baktığımda bu bir geçmiş yaşam hatırlamasıydı diye düşünüyorum. Bu bilgi bende vardı ve kendiliğinden ortaya çıkıvermişti. tabi bir de şu; insanlar kimlerin peşine takılıyor ya rabbi? 

Şebnem Akalın

11.03.2013

Reiki, Neyiki?

Posted on 15 Mart 2012 by Şebnem Akalın

Reiki eski zamanın enerjisi, artık bu çağa ayak uyduramıyor! Yeterli gelmiyor diyenler var. Bu cümleleri son zamanlarda pek çok arkadaşımdan ve danışanımdan duyuyorum.

Reiki; evrensel yaşam enerjisi, elle şifa verme yöntemi diyoruz. Bu söylem biraz iddialı gelse de enerji blokajları temizlendiğinde kişinin şifaya kavuşmasının yolunu açması sebebiyle rahatlıkla kullanabiliyoruz. 3 aşaması var ve hiç bir aşamanın birbirine bir üstünlüğü yok. 1. Aşamada sadece elle dokunarak ve fiziksel sorunlara enerji aktarımı yapılabiliyorken 2. Aşamadan sonra hem elle dokunarak hem uzaktan şifa göndererek, fiziksel sorunlar yanında duygusal sorunlara ve iyileşmesini istediğiniz sorunlu ilişkilere ya da gerçekleşmesini istediğiniz güzel konulara olumlu enerji aktarımı yapabiliyoruz. Anadolu’da yerleşik tabiri ile “el alma” yöntemi ile kişiler bu enerji akışını gerçekleştirmeye ehil olurlar.

Bu enerji aktarımı, “evrende var olan, çok güçlü evrensel enerji”nin aktarımıdır. Kişi kendisini bir boru ya da kablo varsayarak bu aktarımı yapar. Dolayısıyla kişinin herhangi bir katkısı yoktur.

Burada şu soru geliyor aklıma var olan evrensel yaşam enerjisi mi eskidi? J

Devam ediyorum, diyelim ki Reiki eskidi… Yeni enerjiler ile tamamen “Hikmet sahibi” olmuş ya da “Hidayet”e ermiş kişiler kimlerdir? Gerçekten böyle bir şey var ise kaçırmak istemem. Senelerdir Allahın her günü Reiki yapan ve pek çok konuda iyileşmeme yol açtığı için müteşekkir olan biri olarak merak ediyorum elbette. Ayrıca pek çok başka enerji çalışmasına katılmış, onlardan da çok faydalar sağlamış ve hepsinin başına Reiki’yi oturtan biri olarak…

Tüm bu enerji aktarımları, ve pek çok isim altında yapılan diğer enerji çalışmaları hepsi insanın bu dünyayı deneyimleme yolunda birer araçtır. Hepsi de gerçek manada değerlendirilirse, işe yarar. Bu çalışmalara sihirli değnek havası verilmesi, ya da bu beklenti ile yaklaşılması hiçbir şifa çalışma için doğru değildir.

Hiçbir çalışma insanın kendi özüne, iradesine ve aklına rağmen bir başarı sağlamaz. Kendinizi içine kattığınız her şifa çalışması ise başarılı olur. Siz kendinize yakın olan her ne ise bunu seçip güvenerek davrandığınızda tüm şifa yolları açılacaktır.

İlaç kullanırken ya da güzellik kremleri kullanırken düzenli kullanım çok önemlidir ve bunu herkes bilir ama enerji çalışmaları yaparken nedense bu külfet olarak algılanıyor ve bir iki deneyip bir kenara bırakılıyor. Bu durumda hangi süper, muhteşem, son sezon J şifa çalışmasını ya da uygulamasını denerseniz deneyin bir işe yaramayacaktır.

Reiki ile hayatınızda öyle açılımlar olur ki; “daha önce bunları hayal bile etmemiştim” dersiniz. Yumuşak ve pozitif bir enerjidir ve sizi özünüzle buluşturarak hayat amacınıza yönlenmenize yardımcı olur. Bence en büyük önemi bu açıdandır. Yeni oluşmuş fiziksel ya da duygusal sıkıntılarınız çok kısa bir sürede iyileşebilir. Kronikleşmiş olanlar ise zaman alabilir. Düzenli uygulamalarda uykusuzluk sorunu ortadan kalkar. Doktora gidip aldığınız tedavi ve ilacın yanında Reiki kullandığınızda çok hızlı iyileştiğinizi görürsünüz, gidemediğinizde de çok fayda sağlayacağınızı söyleyebilirim. İster tamamlayıcı olarak ister direkt olarak iyileşmek için kullanın, sonuç olarak her şekilde işinize yarayacaktır. Reiki’nin faydalarını burada anlatamam, hayatın her alanında iyileşmeye yardımcı olabileceği için, liste çok uzun…

Reiki’ye ve sizlere sevgiyle…

30.10.2012

Şebnem Akalın

Reiki Master-Eğitmen